19 Ocak 2011 Çarşamba

HAYASAD'DAN AA'YA TEŞEKKÜR BELGESİ


ANKARA - Hasta ve Hasta Yakını Haklarını Savunma Derneği, AA'nın halkın bilgilendirilmesinde gösterdiği haber anlayışı ve destekten ötürü, AA Genel Müdürü Hilmi Bengi'ye ''teşekkür belgesi'' takdim etti.

Hasta ve Hasta Yakını Haklarını Savunma Derneği (HAYASAD) Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Tandoğan, Anadolu Ajansı (AA) Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür Hilmi Bengi'yi makamında ziyaret etti. Tandoğan, derneklerinin hasta hakları konusunda toplumda farkındalığı artırmayı amaçladığını, bu doğrultuda çeşitli faaliyetler yürüttüklerini söyledi.
Halkın, sağlık hakkı konusunda bilgilendirilmesinde basın yayın organlarına büyük görev düştüğünü belirten Tandoğan, ''Anadolu Ajansı, doğru, tarafsız haber anlayışı ile sağlık alanında da çok önemli haberlere imza atmaktadır. Vatandaşların, hasta haklarını öğrenmeleri, bilinci hasta profili sergilemelerinde kurumunuzun payı büyüktür'' dedi.
Tandoğan, Anadolu Ajansı'nın haberde ''doğru ve güvenilir adres'' olduğunu vurgulayarak, ''Halkımızın bilgilendirilmesine gösterdiğiniz haber anlayışı ve desteğinizden ötürü teşekkür ediyoruz'' diyerek, AA Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Bengi'ye ''teşekkür belgesi'' sundu.

HAYASAD'IN ÇALIŞMALARINI TAKDİR EDİYORUZ

AA Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdürü Hilmi Bengi de HAYASAD'ı çalışmalarından ötürü tebrik ederek, çalışmalarının  devamı diledi.
Sağlık konusunun her zaman hükümetlerin politikalarında yer aldığını ifade eden Bengi, özellikle Türkiye'de uygulamaya giren ''Aile Hekimliği''nin önemine değindi. Bengi, Aile Hekimliği'nin koruyucu hekimlik çerçevesinde yeni bir ufuk kazandıracağını belirterek, hastalıklara karşı koruyucu tedbirlerin alınmasının, sağlığın korunmasında çok önemli olduğunu söyledi
Tüm haberlerde olduğu gibi sağlık haberlerinde de etik kurallarının korunmasının gerekliliğine işaret eden Bengi, Anadolu Ajansı'nın kamuoyunu doğru bilgilendiren haberler verdiğini ifade etti.
Bengi, HAYASAD'ın da hasta hakları konusunda toplumun bilinç kazandırılmasında önemli bir rol üstlendiğini ifade ederek, ''Biz de HAYASAD'ın çalışmalarını takdir ediyoruz'' dedi.
Bengi, Tandoğan başkanlığındaki heyete, Anadolu Ajansı'nın 90. yılı dolayısıyla yaptırılan porselen bir bardak ve ''AA'' logolu 90. Yıl parası hediye etti.





Kaynak: AA 14 Ekim 2010 Perşembe

13 Ocak 2011 Perşembe

Eski Blogdan Gelenler serisi -2- "YARATICI ÖZGEÇMİŞ"

İş ararken, işverenlerin her gün gördüğü klasik özgeçmişlerden kaçının. Aşırıya kaçmadan, biraz fark yaratmaya çalışın. İşverenler, özgeçmişleri okurken düşünmezler. Sadece istedikleri mevcut mu diye bakarlar. Bu yüzden genele yönelik bir özgeçmiş yerine, o işe özel düzenleyeceğiniz bir özgeçmiş kullanın.

Özgeçmişinize yeni çekilmiş bir fotoğrafınızı eklemeyi ihmal etmeyin. Fotoğrafta düzgün giyimli olmalısınız.

İnternette oluşturacağınız özgeçmişlerde başlık gerekebilir. Başlığı, iş hayatındaki ‘siz’i anlatan kitabın adı gibi düşünün. ‘Bilişimde kariyer’, ‘Muhabir adayı’ gibi. Ancak ‘Beni tanımanız gerek’, ‘Aradığınız kişi
benim’ gibi başlıklardan kaçının.

Özgeçmişte kullandığınız e-posta adresine bile özen gösterin. Arama motorlarından aldığınız e-posta adreslerindeki unsurlar bugüne dek önemli değildi ama bir İK yöneticisinin sevgili01@....com, karakarga@....com veya serserimayin@falanfilan.com gibi e-posta adreslerine mail atarken nasıl birilerini düşüneceğini hayal edin. Gülümsüyorsunuz değil mi?

Yaratıcı özgeçmişi hazırlamak
Aranızda mutlaka özgeçmiş konusunda yazılanları okuduktan sonra kendi tarzını uygulayarak, gözden kaçmayacak bir özgeçmiş hazırlamak isteyenleriniz olacaktır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da tarzınızı siz belirler ve istediğinizi yapabilirsiniz. Yalnız bazı konulara dikkat etmenizde fayda var.

Yaratıcı bir işe başvururken, kişinin kendi yaratıcılığını ortaya koyan bir özgeçmiş hazırlaması çok normal, hatta yararlı olabilir. Örneğin bir reklam ajansına tasarımcı olarak başvuruyorsanız, tasarımla ilgili bakış açınızı ortaya koyan, yaratıcılığınızla ilgili fikir veren bir özgeçmiş sizin kim olduğunuzu en iyi anlatacak araçtır. Elbette bu noktada, özgün davranmanız şart. Kopya edilmiş, çalınmış bir fikirle kim olduğunuzu anlatamazsınız.

Görsel bir yaklaşımı öngördüyseniz de bazı kurallara dikkat etmek zorundasınız. Özgeçmişinizdeki fotoğraf da dahil olmak üzere… Bazı adaylar, fotoğraflarını rastgele seçiyor ve özen göstermiyorlar. Bu konuda ne örnekler var bilseniz çok şaşırırsınız. Bir barda elinde sigara ile çekilmiş bir fotoğraf, cep telefonuyla çekilmiş fotoğraflar, bir fotoğrafın içinden dekupe edilerek çıkarılmış fotoğraflar… Böylesi önemli bir konuya bu kadar az özen göstermek size büyük zarar verir. Aman dikkat!

Son zamanlarda adaylara sunulan alternatiflerden biri de görüntülü özgeçmiş. Ancak tıpkı fotoğrafta olduğu gibi burada da çok özenli ve dikkatli olmak gerek. Kaliteli bir çekim ve çekim ortamının yanı sıra, iş görüşmesine uygun bir görünümle, önceden hazırladığınız ve özgeçmişinizi destekleyecek doğru ifadeler kullanarak kendinizi kısa sürede en iyi şekilde anlatabilmelisiniz.

Kaynak: İşteiş:) Yeni Mezunun İş Rehberi, 2007.
http://www.yenibiris.com

Eski Blogdan Gelenler serisi -1- "şimdi reklamlar..."

Mc. Donald's, Nike, Adidas, BP, Shell, vs vs.. bu liste böyle uzayıp gidiyor. Dünya öyle bir hale geldi ki günümüz "modern" toplumlarında insanlar bir arada yaşamanın değişik bir yolunu buldular. nedir bu yol? "Kuralım global şirketler, ulaşalım dünyanın dört bir yanına, bütün insanlara hizmet götürelim." bu mudur peki globalleşmenin tanımı? Bence değildir. insana hizmet bu dünya da son düşünülen şey oldu artık. baksanıza insana hizmet eden çevresini kitletir mi? insana hizmet eden suç işler mi? insana hizmet eden kazanmanın önünde engel olmadığını her yolun mübah olduğunu söyler mi? diyeceksiniz ki ne alakası var bütün bu saydıklarının büyük şirketlerle. çok alakası var. bunlar değil mi Malezya, Endonezya gibi ülkelerde ucuz işçilerle üretim yapan. Bunlar değil Güney Amerika'nın ücra köşelerinde, kakao işletmelerinde çocuk işçileri kullanan. Ve yine bunlar değil mi Afrika'nın dört bir yanında ya petrol ya da bir başka değerli madde için iki karşıt grubu birbirine düşüren. peki nerde kaldı büyük misyonlar, vizyonlar, reklamlar, sosyal kampanyalar? nerde kaldı insana hizmet yapıyoruz diyen anlayışlar? Bunların insan dedikleri, Avrupa'da, ABD'de, ya da diğer ülkelerin zengin noktalarında yaşayanlar mı? Sözde sınırları kaldırdılar, insana hizmete, herkese hizmete başladılar. reklam çalışmaları herkesin elinde hatta dünyanın en dip bucak köşelerinde yaşayan kabilelerin bile elinde büyük şirketlerin ürünleri... ben somut örnekler vermiyorum detaylarını merak edenler Klaus Werner/ Hans Weiss'in markaların kara kitabı isimli kitaba göz gezdirebilirler. benim asıl dikkat çekmek istediğim nokta; sınırların kalkıp herkesin ortak yaşam alanı oluştuğu savıdır. sınırlar, yüzyıllardır vardır. var olmaya da devam edecektir. Bütün yukarıda da belirttiğimiz markaların genelinin doğum yeri olan ABD ile ilgili bugün basında çıkan çok ilginç bir habere rastladım. Sözde dünyanın süper gücü ABD, Absolut isimli İsveçli bir votka markasının yaptığı reklama çok kızmış. Reklam Meksika için yapılan bir çalışma ve içeriğinde de "Absolut bir dünya" sloganı var. diyeceksiniz ki ne var canım bunda. bence de bir şey yok ta ki reklamın görseli olan Meksika haritasının ABD içlerine uzanan ve özellikle 1848 yılında kaybedilen Kalifornia topraklarını da içine aldığının görüntüsü. ABD'yi de kızdıran tam olarak buymuş. şimdi ABD-Meksika savaşlarına değinmek istemiyorum. ancak kısaca şunu söyleyebilirim ki bölge vakti zamanında çok baş ağrıtmış ve Meksika'nın en çok hayalini kurduğu bölge. Meksika bu olayı bir propaganda malzemesine çevirmiş durumda. Hemen bir açıklama yaparak bu durumdan memnun olduğunu ve bununda onların bir "toprak talep etme yöntemi" olduğunu belirtti. Tabi ki bu bir anlamda Meksika’nın ekmeğine yağ süren bir olay. Baksanıza adamlar günümüzün reklam ya da onların tabiriyle “ toprak talep etme yönetimini” bulmuşlar. Ama asıl olayı çıkartan ABD. ABD’ye göre bu büyük bir ayıp ne demek koskoca bir süper gücün en önemli toprak parçasını( ki bu topraklar her ne kadar küçük gibi görünse de aslında çok önemli ve stratejik. Çünkü ABD topraklarının büyük çoğunluğunu oluşturmakta.) elinden alınmış göstermek... ha şimdi asıl sorun burada başlıyor. Acaba ABD'nin aklına yıllar önce ve aslında bugün bile, dünyanın dört bir köşesinin sınırlarını, elinde kalem önünde harita çizerken ve en önemlisi de özellikle Afrika ve Ortadoğu'da dümdüz hiçbir etnik köken, ırk, yaşam tarzı vs. sosyal konulara değinmeden cetvelle sınırlar belirlerken, kendisinin de gün gelip bunlara maruz kalabileceğini bu dünya da onun da yaşadığını nice böyle kendini dünyanın süper gücü sanan ülkelerin, milletlerin tarihte silinip gittiğini hiç düşündü mü acaba? Belki de düşündü ancak işine gelmedi tabi ki. O kadar kötü bir durumda kaldı ki şu anda ne yapacağını şaşırdı. Kendisi yıllarıdır global markalar üzerinden siyaset yaparken şimdi de yine kendisi maruz kaldı bu duruma. Asıl ben şimdi Meksika ya da ABD değil de Absolut’ün tepkisini merak ediyorum. Ne olacak acaba? ABD’de yasaklanacak mı? Yoksa komple dünyaya bu markayı değil bizim ürettiğimiz X markayı mı alın denilecek? Yok hiçbirisi değil. Gördüğüm şu ki o günden sonra ne reklamdan söz edildi ne de başka bir yerde olayın ilerleyen sürecine rastladım. Ve sanırım sadece arşivlerde ve benim bu yazımda değinilen bir nokta olarak kaldı. En çok da ben üzülmedim bu duruma sanırım baksanıza Meksikalıların da hevesleri kursaklarında kaldı. “toprak talep etme yöntemleri” elinden alındı. Ne diyelim bize de bu durumda sağlık olsun demek düşer. Belki birileri de bir gün bizim topraklarımızı Selanik’ten Musul’a, Erbil’e, Kerkük’e, Manastır’a kadar sınırlarımızı çizer reklam bile olsa…

8 Ocak 2011 Cumartesi

Muhteşem Eleştiriler!

Muhteşem Yüzyıl... Her çarşamba Show TV'de...
Geçtiğimiz günlerde ilk bölümü yayınlanan ve bir anda RTÜK tarafından Kurtlar Vadisi Terör'den sonra en çok şikayet alan ikinci dizi konumuna yükselen Muhteşem Yüzyıl isimli diziden bahsedeceğim sizlere...

Sözüm ona tarihini, ecdadını(!), atasını savunmayı çok seven milletimin cahil insanları, Muhteşem Yüzyıl'da bahsi geçen konuları fazla abartılı ve fazla küçük düşürücü bulmuş! Ben de konuya eğilmek ve şikayetlerimi buradan ulaştırmak istedim. Ama önce dizinin genel çerçevesinden bahsedeyim isterseniz.

Dizimiz Kanuni Sultan Süleyman ve çevresinin yaşadığı "özel" konuları, Harem hayatını, tarihsel kişiliklerin günümüz bakış açısının dışında, o güne göre yorumunu sergileyen önemli ve Türkiye'de daha önce neden böyle konular işlenmiyor dediğim bir eser. Türkiye özellikle sinema ve TV sektörüne uygun tarihsel kişilikler ve olaylarla dolu. Hürrem Sultan ve Kanuni Sultan Süleyman da bunlardan yalnızca bir tanesi. Zaten bu konuyu bilmeyen yoktur. Olay 1500'lerin İstanbulun'da Rusya'dan koparılan ve ailesi Tatarlarca katledilen, Alexandra'nın İstanbul'a yolculuğu ile başlıyor. Alexandra; Hürrem adını alarak devam ettiği bu yolculukta Saray içerisinde ciddi bir güç elde ederek, Osmanlı'da ilk kadın hareketini, daha doğrusu Osmanlı'nın kadınlarca yönetilmeye başlanmasının ilk emarelerini sergiliyor.

Dizimiz de bu konsept üzerine kurulu, olayları ve tarihsel süreçleri Harem, Hürrem ve Saray eşrafı üzerinden işlemeyi önemseyen bir eser. Gelelim eleştirilere; malumunuz lise tarihiyle fazla haşır neşir olaraktan hala okuma oranı Avrupa'nın en küçük devletlerinden bile geride olan cahil milletimin kültürsüz insanları, ömründe sorsanız Hürrem'in geldiği yeri, Osmanlı'da günlük yaşamı, Padişahların saray hayatını bilmeyen, aşırı şovenist duygularla yetişmiş, Osmanlıyı Allah Allah nidalarıyla savaşa giden bir dönem sürekli galip geldiği devletlerce bir dönem sonra rezil rüsva edilen, antlaşmalara boğulan bir olgu olarak tanıyan, Osmanlı hakkında detaylı, kapsamlı araştırma yapamadan önüne konan tarihsel bilgilerin doğruluğuna inanan ama attığında mangalda kül bırakmayıp kendini Osmanlı sanan bu garip, saf, cahil insan güruhu, kalkıp yukarıda da genel hatlarını verdiğim ve danışmanlarca ciddi bir çalışma sonrası oluşturulan bu eseri irdeleme ve eleştirme hakkını kendinde buluyor.

Eleştiri konuları ise çok ilginç;
-Osmanlı Sultanı kadına kıza düşkünmüş içki içiyormuş!
Ee harem bunun için var zaten. Osmanlı Sultanı değil ki sadece dönemin burjuva sınıfında dahi özellikle orta doğuda yaşayan zengin tüccarlarda dahi harem hayatı var. Kaldı ki koskoca Osmanlı Sultanı'nın topkapıda yaptığı bir kaç oynaşma hareketi çok da görülmese gerek. Aslında bu cahiller pek bir savunuyor Sultanları ama bir kaç oynaşmadan da ibaret olmadığını cümle alem biliyor aslında Saray'da olanların... Gelgelelim içki konusu da ilginçtir. Sultan her daim içki içmiştir zaten, hatta denmez mi IV. Murat'ın aşırı içkiden öldüğü, üstelik yasaklamasına rağmen... Sultan -Halife ki yeryüzünün sahibi olarak geçen Zat-ı Şahane, zaten istediğini istediği anda elde edebilen kişi değil mi? Şu halde içkisi, kadını zaten onun gözünde sıradan şeyler.
-Tarihsel diyaloglar yanlışmış, o diyaloglar o günlerde kurulmamış!
Bak şimdi... Daha eleştirmeyi bilmeyen cahil insan kalkmış da o dönemin diyaloglarına laf atabiliyor. Bre cahil sen nereden biliyorsun o günün diyaloglarını? gören diyecek ki tarih profesörü! Aslında işin özü şu; bu diziyi izleyen o garip mahlukat, dizide Sultan'a konduramadığı bir diyalog ya da bir nokta olduğunda yaramaz çocuklar gibi başlıyor bağırmaya! "Bu olmaazzz bu olmaazz bu diyalog geçmedi ki olmadı ki!"
-Koskoca Kanuni'nin ordusuyla aldığı zaferler, başarıları bir kenara itilmişmiş...
Sence bu sadece Saray içerisini işleme konseptiyle hazırlanmış bir dizi olabilir mi cahil? Konuya bir de öyle baksan nasıl olur? sadece Saray içerisinde padişahın ve Hürrem'in hadi bir de Saray eşrafını dahil edelim, yaşadıklarını, özel hayatlarını konu alan formatta bir dizi değil mi bu? Diyeceksin ki sanane Padişah'ın özel hayatından! yoook öyle bir dünya, koskoca cihan padişahının özel hayatı tabiki bizi ilgilendirir. sen şurda kıçı kırık üç beş mankenin bile özel hayatını deli gibi izliyorsun. Hoş zaten beynini bulandıranlar da bunlar ya neyse o konuya girmiyorum. Sultan'ın özel hayatı bizi ilgilendirdiği gibi incelenir de. sonuçta devlet lideri ve tarihe mal olmuş bir kişi.

Bakın aslında diziye gelen eleştiriler sadece bunlarla sınırlı değil daha pek çok konuda sinir edici sığ eleştiriler geliyor. Az önce inceledim Osmanoğlu ailesi de olaya müdahale edecekmiş. Kendi dizilerini çekip ecdadlarının itibarını kurtaracakmış. Yazık! Sizde mi? madem ecdadınızın yıkılan ya da çizilen o itibarını düşünüyorsunuz önce ders kitaplarına müdahale edin! Önce Zat-ı Şahane Vahdettin'in itibarını kurtarın! O Sultan ki küllerinden yepyeni bir ülke doğması için tahtını, tacını, saltanatını bile feda edebilen bir kişilik. Önce onun itibarını kurtarın da sonra daha gerilere gidersiniz sırasıyla!

Gelelim o cahil halka! Bakın, tarihsel olaylar o günün şartlarında ve o günün koşullarında değerlendirilir! Bugünün koşullarında geriye bakarsanız işte böyle yanılgıya düşersiniz! Kanuni ve Hürrem aşkı dillere destan bir efsanedir! o aşk ki üzerine kitaplar, tartışmalar yaratacak kadar önemli ve büyük bir aşktır. Önce o aşkı kavrayın, sonra bir zahmet Osmanlı'da Saray'da yaşanan sosyal hayatı ve Harem'i inceleyin! Okuyun! Araştırın! Sonra da RTÜK gibi basit bir kuruma değil ciddi, önemli platformlarda savunun fikirlerinizi!

RTÜK'e gelince; tahminim diziyi yayından kaldıracaksınız! Olsun, siz alışıksınız yasakçı zihniyete zaten! Ancak komiğime giden bir durum var 2007 yılında Kurtlar Vadisi Terör gibi önemli bir diziyi yayından kaldırdığınızda gerekçeniz etnik ayrılıklar yaratmasıydı. Sonra yerden biter gibi PKK konusunu işleyen diziler, filmler türemeye başladı. Onlara hiçbir zaman müdahale edemediniz. Şimdi bu diziyi de kaldıracaksınız, göreceğiz ki tarihsel buna benzer konseptte pek çok dizi çıkacak ortaya ve siz ses çıkarmayacaksınız. Şimdi sorarım size; bu konuları ilk işleyen öncülerin başı neden kesiliyor da sonrası yoluna devam ediyor? Alışıyor musunuz sonralarında?

Bu dizi bir belgesel değil! Sadece bir dizi! Lütfen dizileri kurgulanmış gerçekler yerine, kurgulanmış eserler olarak inceleyin! haa çok merak ediyorsanız Hürrem'le ilgili, o dönemle ilgili pek çok kitap var bi inceleyin! Ama bırakın da kırk yılda bir izleyeceğimiz kaliteli yapıtları gönül rahatlığıyla izleyelim. Siz gidin Yaprak Dökümü, Aliye, Aşk-ı Memnu, vs izleyin...!

2 Ocak 2011 Pazar

Marmaray tünelleri nasıl inşaa edildi?


Kısa bir süre sonra İstanbul hayatının bir parçası olacak olan Marmaray projesinin en ilgi çekici bölümü şüphesiz deniz altından geçecek tüneli. Tünelin inşaası ise gerçekten bir mühendislik harikası. Aşağıdaki vidyoda, basamak basamak, zeminin hazırlanması, malzemenin taşınması ve bunun gibi aşamalar gösterilmiştir.
Kaynak;http://bilgidenizi.com/

Bizans döneminde İstanbul nasıldı?

istanbul eski

Resmin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.
İstanbul Bizans döneminde, bugün tarihi yarımada diye bildiğimiz bölge üzerine kurulmuş durumdaydı. Bunun dışında Haliç’in karşı yakasına, tarihi adıyla Pera’ya, yani bugün Karaköy – Galata ismiyle bildiğimiz bölgeye de küçük bir yerleşim kurulmuş durumdaydı. Surlarla çevrili tarihi yarımadanın içinde bugüne dek tamamen korunamamış saray, hipodrom dışında, bugüne dek korunmuş ve Osmanlı devrinde de kendine yer bulmuş Yerebatan Sarnıcı gibi şehir hayatını etkileyen yapılar, Ayasofya gibi kiliseler ve yaklaşık 300bin ile 1 milyon arasında değişen bir nüfusu barındıran şehirleşme görülmekteydi.
Bunun dışında seyrek de olsa, Kadıköy ve Üsküdar’da ve Boğaz’daki bazı yerlerde de yerleşim bulunmaktaydı ancak sözgelimi İstinye, Tarabya gibi yerlerdeki yerleşimler bugünkü İstanbul ile karşılaştırılamayacak kadar seyrekti. Esasen o zamanlar şehirden bahsettiğinizde sadece yukarıdaki haritadaki alanlar anlaşılırdı desek, yanlış bir çıkarım olmaz.
Resmin üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz. Bir sanatçı tarafından hazırlanmış bir illüstrasyondur.(Kaynak: Wikipedia; http://bilgidenizi.com/)

Birinci Dünya Savaşı’nda Süveyş Kanalı cephesinde neler yaşandı?

Osmanlı İmparatorluğu orduları Birinci Dünya Savaşı mücadelesinde birçok cephede İngiltere, Fransa, İtalya ve Rus ordularıyla ve bunların ikincil müttefikleriyle savaştı. Bu cephelerden en kritiklerinden ve en az bilinenlerinden birisi Süveyş Kanalı Cephesi’dir.
Osmanlı orduları Süveyş kanalında Britanya ve Britanya’nın sömürgesi durumunda bulunan müttefik ordularla savaştı. İki taaruza bölünerek incelenmesi gereken bu savaşlar sonucunda ağır kayıplar yaşayan ordu geri çekilmek zorunda kaldı ki bu durum Osmanlı’nın savaştan çekilmesine varacak sürecin başlangıcıydı. Osmanlı Ordusuna yardımcı olarak Alman birlikleri de Britanya ordularıyla doğrudan ya da dolaylı çatıştı.
Deve çöl taaruzunda at yerine kullanılmıştır.
Birinci Kanal Harekatı (28 Ocak – 3 Şubat 1915)
1915 yılının Şubat ayında başlayan taaruzun temel amaçları, eski bir Osmanlı toprağı olan Mısır’ın tekrar ele geçirilmesi ve kritik bir noktada bulunan Süveyş kanalının zaptı ile Britanya asker sevkiyatlarına darbe vurulmasıydı.
20 bin kişilik kuvvet ile bölgeye saldıran Osmanlı birlikleri Cemal Paşa yönetiminde hareket ederken, Britanya Ordusu’nun komutasında John Maxwell ve emrinde 30bin asker bulunmaktaydı. Sefer oldukça çetin şartlarda, Sinai çölünün geçilmesiyle gerçekleşti. Alman ordusu Osmanlı ordusunun taaruzu sırasında bombardıman desteğiyle taaruza destek verdi. Sonuç Osmanlı ordusu için pek iç açıcı olmadı. Britanya ordusu 22 kayıp verirken, Osmanlı ordusunun kayıpları ve esir düşen askerleri 1500ü geçiyordu.
Osmanlı Ordusu, ikinci bir taaruza hazırlanmak için geri çekilirken, sanıldığı gibi bir Arap ayaklanması olmayacağı da anlaşılmış oldu.
İkinci Kanal Harekatı (3-5 Ağustos 1916)
Bu harekatın amacı ilkiyle aynıydı. İlk taaruzda Cemal Paşa ile birlikte orduyu yöneten Alman general Kressenstein bu sefer dördüncü orduyu tek başına yöneterek saldırıya geçti. 18bin kişilk bir kuvvetle ilerleyen Osmanlı ordusunun askerlerinin yarısı ya şehit düştü ya da esir alındı. Osmanlı Ordusu’na karşı defansif davranmayıp saldıran Britanya Kuvvetleri 1100 kayıpla Osmanlı Ordusu’nun Sinai çölüne kadar çekilmesine sebep oldu.


Taaruz Süveyş Kanalı’na 30 kilometre uzaklıktaki stratejik Romani şehrine doğru olduğundan yabancı kaynaklar bu savaşı “Battle of Romani” (Romani Savaşı, Harekatı) olarak adlandırırlar.
Sonuç
Osmanlı Ordusu önce El Ariş’e sonra da Refah ve Gazze’ye çekildiler. Refah’da Osmanlı kayıplarıyla sonuçlanan bir çatışma daha yaşandı. Tüm çatışmalar Britanya Ordusu’nun galibiyetiyle sonuçlanınca sırasıyla 1inci, 2inci ve 3üncü Gazze çatışmalarında yaşanan ağır yenilgiler sonucunda Osmanlı Ordusu 1917′de Kudüs’e kadar çekilmek zorunda kaldı. Kudüs’deki çatışmalarda ordu yaklaşık 20bin kayıp vermiştir ve Suriye içlerine doğru çekilmeye devam etmiştir. 1918′deki Nablus Hezimeti  olarak da bilinen savaş ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu Ortadoğu’daki hakimiyetini tamamen kaybettiği bir sürece girmiş ve Britanya önderliğindeki kuvvetlere teslim olmuştur.
Kaynak;
http://bilgidenizi.com/